12 Şubat 2010

Beşiktaş

Beşiktaş 2 aylık bir kongre sürecinin ardından önümüzdeki üç senesinden çok daha fazlasını şekillendirecek, çok önemli bir karar aldı. Ve ben, bu karar yüzünden, kendimi 25 yaşında “Beşiktaş nedir?” sorusunu yeniden cevaplandırmaya çalışırken buluyorum.

Beşiktaş ile aramdaki ilişki hafızamın beni götürdüğü kadar eskiye dayanıyor. O yüzden bu Beşiktaş’ın beni ilk üzüşü değil. Ancak şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim ki, ne çocukluk kahramanım Feyyaz’ın Fenerbahçe’ye gidişi, ne 3-3’lük Valerenga maçının 2. yarısı, ne Fevzi’nin Galatasaray maçındaki ıskası, ne bir zamanlar Fenerbahçe altyapısında oynadığını öğrendiğimde hüngür hüngür ağladığım Ertuğrul’un Samsunspor’a takası, ne de 101. yılda kaçan şampiyonluk bu kadar ağırıma gitmemişti. Bugün, zaten geçtiğimiz beş buçuk sene ile hesaplaşamamış olan ben, aynı hatayı – sonuçlarını bile bile – yeniden yapan Beşiktaş’ın bir parçası olma kararını ciddi şekilde sorguluyorum.

Yıldırım Demirören’i, eksik aklını, omurgasızlığını, yönetme konusundaki aczini, şımarıklığını, Beşiktaş’a verdiği zararı tekrar anlatmakla uğraşmayacağım. Keza 3. kez seçilmiş olmasını, kendisinin değil, kendimi de içinde saydığım basiretsiz Beşiktaş camiasının suçu olarak görüyorum. Bugünden sonra bu satırlarda benim kalemimden kendisi hakkında tek bir olumsuz cümle okumayacaksınız. Amerikalılar’ın “beni bir kere kandırırsan sana, iki kere kandırırsan bana yazıklar olsun” anlamına gelen bir sözü var: “Fool me once shame on you, fool me twice shame on me”. İçinde bulunduğumuz durumu çok güzel açıklıyor. O yüzden bundan sonra benim kavgam, bugün Beşiktaş’ı yönetecek nüfuza sahip olup da bu kongrede birşeyleri değiştirmek adına elini taşın altına sokmamış kim varsa onunla. Bir başka deyişle “camianın önde gelenleri” ile. Tarihinin en kötü başkanının karşısına üç sene arayla iki seçimde sadece bir aday çıkarabilmiş bir kulüp, başına gelecek her türlü felaketi şimdiden hak etmiştir. Bu bir kenarda dursun.

Camianın alternatif üretme konusundaki iktidarsızlığının yanı sıra, son derece düzgün bir CV’ye sahip olan ve aynı ölçüde kuvvetli bir yönetim kurulu oluşturan Murat Aksu’nun neden seçilemediğiyle de yüzleşmemiz lazım. Bu tabii ki Beşiktaş’ı nasıl tanımladığınızla ilgili bir durum. Beşiktaş kongresinin çok büyük bir bölümü bu seçimde Siyah-Beyaz’ı herşeyden önce “CHP’nin Avrupa yakasındaki son kalesi” olarak tanımladılar ve Murat Aksu’nun Abdülkadir Aksu’nun oğlu olmasının, kendisi ve yönetiminin Beşiktaş’ı dinci/gerici bir eksene oturtacağına dair yeterli kanıt teşkil ettiğine inanarak, sırf bu korkuyla Yıldırım Demirören’e oy verdiler. Ben ise belki Türkiye’deki gündelik hengameden uzakta yaşadığım, belki de siyasi ayrımcılığın ülkemizin önündeki en büyük engellerden biri olduğuna inandığım için, AK Parti’ye taban tabana zıt olmama rağmen, oyunu bu düşünceyle kullananlara katılamıyorum.

Beşiktaş gibi yaş/din/coğrafya/ırk farkı gözetmeksizin her kesim tarafından desteklenen bir kulübün bu kadar keskin ayrışmalar içine girmesi uzun vadede ciddi problemlere yol açacaktır. Tek ortak payesi Beşiktaş’a gönül vermek olan bizler, sadece Beşiktaş’ı ilgilendiren konularda dahi dinci/laik, Türk/Kürt/Ermeni, sağcı/solcu şeklinde bölünmeye başlarsak bu maçtan Siyah-Beyaz’ın galip çıkma şansı yoktur. Bugünkü Beşiktaş Kongresi, bizi, yani Siyah-Beyaz’ı tanımlayan ve Yıldırım Demirören’in beş buçuk sene boyunca istikrarlı bir şekilde yerle bir ettiği halka ve emeğe yakın olma, namus, alçak gönüllülük, asalet gibi temel değerleri hiçe saymış, ve mevcut yönetime kıyasla çok daha umut verici bir alternatif olan Murat Aksu yönetimini sadece siyasi sebeplere dayanarak seçmeyerek kulübü sonu hiç de iyi görünmeyen bir yola sokmuştur. Beşiktaş’ı bugün AK Parti karşıtlığına indirgeyenler bizi Yıldırım Demirören’e mahkum ettikleri gibi, aynı zamanda gelecekte bugünün tersi bir ayrımcılık yaşandığı takdirde itiraz etme haklarını da kaybetmişlerdir.

Ayrıca Yıldırım Demirören’e oy verecek kadar Murat Aksu’dan nefret edenlerin bugün kendilerine niçin üçüncü bir aday çıkaramadıklarını da sormaları gerekmektedir. Önüne sürülenler arasından seçim yapmak değil, yeterli sayıda ve kalitede alternatifin seçime sunulmasını sağlamaktır kongrenin asli görevi.

Bu gidiş durdurulmadığı takdirde Beşiktaş’ın özünden iyice uzaklaşacağını ve rakiplerinin çok gerisinde kalacağını görmek zor değil. O yüzden birisinin birşeyler yapması lazım. Ancak ne kongre ne de taraftar bu noktada bana umut veriyor ne yazık ki. Umutsuzum ve üç sene sonra Beşiktaş’ı nerede bulacağımızı, ve hatta tutacak bir Beşiktaşımız’ın olup olmayacağını gerçekten çok merak ediyorum.

Hiç yorum yok: