30 Nisan 2009

Manchester United - Arsenal: 1-0

12 senelik muthis rekabette Arsene Wenger ile Alex Ferguson'un ilk defa karsilasmis olmalari gercekten enteresan. Old Trafford'daki macta gulen ustun futboluyla Ferguson'un Manchester United'i oldu. 1-0'in rovansi onumuzdeki hafta Emirates'ta oynanacak.


Yer: Old Trafford
Tarih: 29 Nisan 2009
Manchester United: Van Der Sar, O'Shea, Ferdinand (88' Evans), Vidic, Evra, Carrick, Fletcher, Anderson (67' Berbatov), Cristiano Ronaldo, Rooney, Tevez (67' Berbatov)
Arsenal: Almunia, Sagna, Toure, Silvestre, Gibbs, Song, Nasri, Fabregas, Walcott (71' Bendtner), Diaby, Adebayor (83' Eduardo)


Evsahibi Manchester United maca ideale yakin kadrosuyla basladi. Ortasahada son haftalarin formda ismi Anderson, Ferguson'un favorisi Carrick, ve buyuk maclarin degismezi Fletcher dinamik bir uclu olusturmustu. Bu uclunun onunde de gecen sene duble yapan takimin ileri uclusu Rooney, Cristiano Ronaldo, ve ortalarinda Tevez vardi. Cok kompakt bir yapi olusturan bu altili gercekten iyi bir mac cikardi. Savunmada klasik uclunun (Ferdinand - Vidic - Evra) sag bekte Rafael'in mi yoksa O'Shea'nin mi oynayacagi soru isaretiydi. Ferguson'un tercihi stoper ozellikli O'Shea'den yana oldu. Savunmanin kanatlarinda klasik ofansif bekler yerine stoper ozellikli beklerin kullaniminin getiri ve goturulerinden daha once burada bahsetmistim. Stoper beklerin savunmada oynadiklari dengeleyici rol ve duran toplardaki etkileri takima buyuk fayda saglar iken ofansif beklerin ortasahaya ve hucuma yaptiklari katki da onlarin en onemli avantajlari. Peki mac basinda kim bilebilirdi O'Shea tercihinin belki de Sampiyonlar Ligi Yari Finali'nin kaderini belirleyecegini? Buna asagida deyinecegim ama attigi gol ve oynadigi oyunla Ivanovic'in Liverpool-Chelsea macindaki rolunu adeta kopyaladigini soyleyebilirim O'Shea'nin.

Arsenal'de ise bugune kadar gormedigimiz bir dizilis vardi sahada. Mactan once kadrolara baktigimda Arshavin ve Van Persie'nin yoklugunda Nasri'nin sol tarafta oynayacagini dusunerek gayet normal bulmustum Arsenal'in dizilisini. Ancak mac baslayinca gorduk ki Diaby ortasahada Song'un yaninda degil sol kanatta gorevlendirilmisti ve onun yerine gobekte Nasri oynuyordu. Sanirim sol bek Gibbs ve sol stoper Silvestre'nin yetersizlikleri sebebiyle bu kanadi guclendirmek adina boyle bir secim yapmisti Wenger. Her ne kadar Nasri ortasahada siritmadiysa da Diaby'nin sol tarafta oynamasi o bolgeyi kapatmaya yetmedi ve United ozellikle macin ilk bolumunde o bolgeden cok tehlikeli ataklar gelistirdi.

Ilk yari boyunca macin Manchester United'in sag, Arsenal'in sol kanadinda oynandigini soylersek hata yapmis olmayiz diye dusunuyorum. Ters taraftaki hucumcular Rooney ile Walcott'a gelen top sayisi bir elin parmaklarini gecmez herhalde. Yukarida da degindigim gibi Arsenal savunmasinin zayif karni Silvestre - Gibbs ikilisinin bulundugu sol tarafiydi. Manchester'in da bu aciktan yararlanmayi planladigi macin ilk dakikasinda belli oldu. Cristiano Ronaldo o bolgede rakibi cok mesgul etti ve toplu, topsuz surekli ortaya kat etti. Onun Gibbs'i tasiyarak bosalttigi bolgeye de basta orta uclunun saginda oynayan Fletcher olmak uzere United'li oyuncular israrli bir sekilde devre boyunca girdiler. Bu noktada kendi kendime "Oyun plani buysa O'Shea yerine o kanatta cok daha etkili olabilecek Rafael neden tercih edilmedi?" diye sordum ki cevabi almam cok da uzun surmedi. O'Shea 17. dakikada once kanattan tasidigi topa yaptigi orta ile Tevez'i pozisyona soktu, sonra da buradan olusan kornerde golu yaparak gorevini fazlasiyla yerine getirdi. Golden sonra da mac United baskisinda ayni bolgede devam etti.


United'da ozellikle Tevez ve Anderson ilk yarinin yildizlariydi. Anderson kac tane 50-50%'lik top kazandi sayamadim, deyim yerindeyse tam bir pitbull'du ortasahada. Tevez de cok hareketliydi ve gezerek Arsenal savunmasina zor anlar yasatti. Manchester o varken baska, Berbatov varken bambaska bir takim oluyor. Ferguson'un cilgin cocuklari Rooney ve Ronaldo da en azindan rakip bekleri oyuna cikarmayarak gorevlerini yerine getirdiler. Londra temsilcisinde ise Fabregas'in kotu oyununun etkisiyle ortasahadaki mucadele kaybedilince hucumda alistigimiz pas organizasyonlarini goremedik. Macin oyuncusunun Arsenal kalecisi Almunia secilmis olmasi yeteri kadar aciklayici zaten.


Ikinci devrenin basi da ilk devreden farksizdi. United yine oyuna hakim oluyor, bu sefer Rooney'in oldugu sol tarafi biraz daha fazla kullaniyordu. Ancak 1-0 sebebiyle daha temkinliydi Ferguson'un takimi. Oyunun bu rolantideki halini degistiren mudahale ise beklendigi uzere Wenger'den degil 67. dakikada Ferguson'dan geldi. Iskoc teknik adam sahanin en iyileri Anderson ve Tevez'i cikarip Giggs ile Berbatov'u oyuna aldiginda itiraf etmeliyim ki ilk basta yadirgadim. Ancak artik hedef maclarda klasiklesmis olan (bkz. Porto - Manchester United: 0-1) Cristiano Ronaldo'nun en ucta oynadigi kompakt 4-5-1'e dondugunu gorunce ne yapmak istedigini anladim. Bu dizilis Ferguson'un "Mac 3 gun oynansa gol yemem, ilerideki yildizlarimdan bir tanesi de bir sekilde gol bulur" dizilisi. Nitekim o dakikaya kadar taktiksel gorevini yerine getirmesine ragmen istediklerini tam olarak yapamamis olan Ronaldo, forvete gectigi anda cektigi insanustu sutla Ferguson'u hakli cikariyordu. Bu degisiklik oyunu bir 10 dakika hareketlendirdiyse de iki takimin da 1-0'a razi hali daha iyi bir ikinci yari izlememizi engelledi. Sonrada oyuna giren Bendtner ve Eduardo da etkili olamayinca mac O'Shea'nin tek goluyle sona erdi.


Bir cift soz de macin hakemi icin etmek istiyorum. Claus Bo Larsen benim son donemde seyrettigim en basarili hakem performanslarindan bir tanesini sergiledi. Aklimda kalan yanlis karari olmadigi gibi cok az duduk calarak macin seyrine etki etmeyisi takdire degerdi. Gectigimiz gun Ingiliz Profesyonel Futbolcular Birligi tarafindan Yilin Futbolcusu secilmis olan Giggs'in bu mac ile United kariyerinde 800 barajina ulastigini da not duseyim.

Son olarak da bir ozelestiri. Manchester'in bundan yaklasik bir ay once yasadigi alisik olmadigimiz form dusuklugu sebebiyle bu blogda Sampiyonlar Ligi'nde final oynayacaklarini dusunmedigimi soylemistim. Savunmalarini hala tam olarak toparlayamamis olsalar da bu halleriyle bile Avrupa'nin diger takimlarindan en az bir gomlek daha ustun olduklari ortada. Ferguson ve ogrencilerini kafamda elemeden once biraz daha dusunmeliymisim kesinlikle.

Emirates'te bu kadar tek tarafli bir mac olmayacaktir ancak yine de Arsenal'in tur sansini cok yuksek gormuyorum. Ama kesin konusmamakta da fayda var az yukarida goruldugu gibi.

Manchester United - Arsenal (1-0)
17' O'Shea (1-0)

Ozledik Be Abi - Delikanli Turk Berberi


Yok burada anasini satayim. Adam gibi bir berber yok koskoca Amerika'da. Dogru duzgun sac kesen kuaforler de ates pahasi. Eger makul bir fiyata tras olmak istiyorsaniz burada ya "yanlar 3 ustler 5" tarzi basit bir formulunuz olacak ya da direk sifira vurduracaksiniz sacinizi. Yoksa kuafor kizcagizlarin kafasi almiyor malesef.

Bizde adam gibi meslektir berberlik. Cirakliktan yetisir ustalar. Once senelerce seyreder sonra yavas yavas eline makas alip ense, favori, sakal gibi daha basit isler yaparak baslarlar kesime. Dogru duzgun bir berberin egitimi en az 5-6 sene surer, zaten surmelidir ki muhabbetiyle, raconuyla meslegin hakkini verebilsin.

Burada ise oncelikle berberlik diye bir meslek yok. Herseye kulaga hos gelen, insani oldugundan buyuk gostermeyi amaclayan bir isim bulan Amerikali'larin sac kesenlere buldugu isim "hair stylist"tir. Ayrica bizdeki gibi cirakliktan yetismez bu hair stylist'ler. Hair stylist populasyonunun yarisindan fazlasi evde kalmis, bir baltaya sap olamamis kabiliyetsiz kizcagizlardir malesef. Hani insan kabiliyetsizdir ama bu acigi Ibrahim Uzulmez'in yaptigi gibi caliskanlikla kapatmaya calisir; oyle bir durum da yok ne yazik ki. Sac bile yikamadan 15 dakikada isi bitirip gondermeye bakarlar adami.

Hal boyleyken "sacimi bunlara kestirecegime kendim keserim" demeye kadar gidiyor is. Bir diger opsiyon da kiz arkadasinizin gittigi kuafore gitmek tabii ki. Ancak o da isin ates pahasi kismi. Soylemesi ayiptir ortalama bir sac kesimi icin 40-45 Dolar'inizi alirlar cebinizden, ruhunuz bile duymaz. Sac trasi hadisesinin en onemli elementlerinden biri olan delikanli berberle yapilan Fotomac/Fanatik ayarindaki mac muhabbetinin eksikliginden bahsetmiyorum bile. Ama hakkini verelim, buradaki hair stylist profili biraz daha farklidir. Genelde 3-4 ay bu isin kursuna gitmis, biraz daha kalifiye kizlar ya da feminen tarafiyla barisik adamlar keser sacinizi. Ama neticede memlekette 20 YTL'ye en kralini aldiginiz hizmeti burada 45 Dolar'a alamaz, makineyi kacirip sacinizi mahvetmedikleri icin duaci olarak evin yolunu tutarsiniz.

Benim gibi 6. siniftan universiteyi bitirene kadar ayni berbere gitmis adamlar icin gercekten zor buradaki berber mevzuu (ah be Ugur Abi). O yuzden zaten tatilden tatile Turkiye'de tras olmaya devam ediyoruz hala.

Ozledik be abi...

Not: Resimde berber koltugunda oyuran simitci biyikli arkadas blogun diger ortagi Sampi bu arada. Resmi onun facebook'undan arakladim.

29 Nisan 2009

Everton ve David Moyes Uzerine

Yabanci ligleri ya da NBA'i takip etmenin en guzel yani, herhangi bir takima gonulden bagli olmadigimiz icin her sezon dogru isler yapan, kisisel zevkimize hitap eden takimlari destekleyebiliyor olusumuz bence. Renk aski denklemin bir parcasi olmadigi icin meshur olmaya calisan bir baskanin himayesi altina giren, her tuttugunu kurutan, 6 ayda bir teknik direktor degistirip kadroyu bastan asagi yenileyen, kisacasi hicbir tutar tarafi olmayan takimlara saplanmiyor, yanlisin pesinden gitmek zorunda kalmiyoruz. Misal Ingiltere'de yasiyor ve Newcastle United'i tutuyor olsaydim su anda hayat kalitem ciddi anlamda azalmisti. Nerede Shearer'li Manchester United'a kafa tutan Newcastle, nerede Joey Barton'li, Obafemi Martins'li antipatik, Keagan'i bile takima kusturmeyi basarabilmis bugunku Newcastle. Ayni ornekleme - cok daha carpici bir sekilde - Yildirim Demiroren donemi Besiktas'i icin de yapilabilir. Nerede Metin-Ali-Feyyaz'lar, nerede Suleyman Seba, Serdar Bilgili, Husnu Gureli, Ibrahim Altinsay, nerede Ailton, Ahmed Hassan, Yildirim Demiroren, Kivanc Oktay, Celal Kolot gibi. Ancak bu yazinin konusu Besiktas degil. Son yillarda, mutevazi butcesi ile akilli transferler yaparak, altyapisindan oyuncular cikararak, duzgun bir planlamayla Ingiltere'nin dolar milyarderleri tarafindan finanse edilen dev kuluplerine kafa tutan Everton'i destekliyorum. Bu sene blogdas Sampi'yi de isin icine iyice cektim ki kolumuzu kesseniz masmavi akar kanimiz, o derece.


Yaklasik bir aydir David Moyes'in onderliginde sekillenen bu Everton Projesi hakkinda birseyler yazmak istiyordum. Ancak yazinin formatina karar vermem biraz zaman aldi. Sonunda 95%'i 7 senelik Moyes doneminde kadroya katilmis olan bu takimin onemli oyuncularini birer birer kisaca tanitip, takima nasil transfer edildiklerini ve bugun hangi noktada olduklarina dair goruslerimi yazmaya karar verdim. Moyes'in esine az rastlanir basarisinin en iyi bu sekilde anlatilacagini dusunuyorum.


Tim Howard
1979 dogumlu Amerika'li kaleci ilk olarak 2006-07 sezonunda Manchester United'dan kiralik olarak takima katildi. Howard, United'da cok da basarili gecmeyen iki sezonun ardindan sozlesmesini uzatmis, ancak buna ragmen takima Van Der Sar transfer edilip kendisi yedek duruma dusunce takimdan ayrilmak istedigini aciklamis, ona kollarini acan da bir baska Iskocyali David Moyes olmustu. Everton'da kiralik oynayarak gecirdigi donemde son derece basarili olan kalecinin bonservisi bir sezon sonra, son derece makul bir fiyata (3M Paund) Manchester United'dan alindi. Mavi beyazli formayi giydigi ilk gunden bu yana performansi surekli olarak yukseliyor ve kendine olan guveni artiyor Amerika'li kalecinin. Zaten son derece yetenekli oldugu biliniyordu ancak cok ihtiyaci olan istikrar ve guven ortamini Everton'da bulunca Premier League'in en saglam kalecilerinden bir tanesi haline geldi. Bir kaleci icin ideal sayilabilecek bir yasta (30) ve onunde daha en az 6-7 senesi var. Ben Amerika'li olusundan midir, yoksa kolay gol yemeyip zor toplarin da yarisini cikarisindan midir bilemiyorum ama Howard'i Brad Friedel'a inanilmaz benzetiyorum.

Tony Hibbert
Everton altyapisindan yetismis olan Hibbert, bu takima Moyes tarafindan kazandirilmamis ender isimlerden bir tanesi. Cok istikrarli ve guvenilir bir sag bek olan Ingiliz oyuncu, Moyes'in vaz gecemedigi isimlerden. Benim fikrime gore oyunun savunma yonunde oldukca yeterli, hucumda ise vasat bir oyuncu. Ancak ne olursa olsun, her mac sahaya elinden gelenin 110%'unu yansitan, takimi icin herseyi yapacn tiplerden. Bizim Ibrahim Uzulmez'in bir ust versiyonu anlayacaginiz. Yazinin sonunda bahsedecegim 'Everton Karakteri'ne muthis uyan, ve bu sebeple de buyuk ihtimalle kariyerinin sonuna kadar mavi-beyazli formayi giyecek bir isim 1981 dogumlu Ingiliz.

Joseph Yobo
David Moyes'in Everton kariyerinde gerceklestirdigi ilk transfer olan Nijerya'li oyuncu Howard ve daha niceleri gibi takima once kiralik olarak katilmis, uyum sagladigindan emin olununca da 1M Paund gibi cok makul bir fiyata kadroya katilmisti. Ayni Hibbert gibi cok guvenilir bir savunma oyuncusu ve Moyes'in gozunu kirpmadan forma verecegi isimlerden bir baskasi. Kadrodaki konumu acisindan ben Emre Asik'a benzetiyorum kendisini. Oynarsa elinden geleni yapar, oynamazsa da sorun cikarmadan efendice oturur sirasini bekler kenarda. Havadan da yerden de gayet yeterli bir stoperdir onun disinda. Ancak ayaginda topla cok da goz alici olmadigini belirteyim. Bu sebeple benim gozumde bu takimin Jagielka ile Lescott'in ardindan en iyi 3. stoperidir.


Phil Jagielka
Moyes'in 2007'de Premier League'den dusen Sheffield United'dan 4M Paund'a transfer ettigi Jagielka (yaygin kaninin aksine Yagielka diye okunuyor soyadi), gectigimiz haftasonu sakatlanana kadar sezonun en basarili isimlerinden bir tanesiydi Everton'da. Bu basarisi Everton’in cok iyi gecirdigi Subat ayinda Premier League’de Ayin Oyuncusu secilmesiyle de onaylanmisti zaten. Jagielka, David Moyes'in oyucularina ne kadar katki yaptiginin da en guzel orneklerinden bir tanesidir. Everton'a gelmeden once on libero ve donem donem sag bek oynayan iyi bir oyuncuydu Jagielka. Ancak Moyes kendisini Everton'daki ilk sezonu olan 2007-08’de savunmanin gobegine monte etti ve burada gercekten cok buyuk basari sagladi. Oyle ki su anda Milli Takim stoper rotasyonunda 3. ya da 4. isim konumunda. Klasik Ingiliz stoperler kadar uzun boylu olmasa da bu eksikligini mucadeleci oyunu ve cabukluguyla kapatmayi basariyor. Kariyerinin buyuk bolumunu ortasaha ve sag bek oynayarak gecirdigi icin de topla arasi bir stoper icin gayet iyi. Geriden attigi isabetli uzun toplar Everton'in ozellikle deplasmanlarda basvurdugu direkt oyun tarzinda cok onemli bir yere sahip. Ayrica yeri geldiginde sag bek ve on libero da oynayabildigi icin dar Everton kadrosunda islevi daha da artiyor Jagielka'nin. Bugun Manchester United ve Chelsea disinda her Premier League takiminda kafadan oynayabilecek duzeyde Ingiliz oyuncu. Taliplisi ciksa dahi Moyes'in onu 12-14M Paund'dan asagi satacagini dusunmuyorum.


Joleon Lescott
Bir baska mukemmel Moyes transfer hikayesi. Takima ilk etapta 2M Paund'a kazandirilan ve performans bonuslariyla toplamda 4M Paund'a mal olan Ingiliz oyuncu takimin degismezlerinden. Guclu fizigiyle havadan gecit vermedigi gibi ayni Jagielka gibi ayaklarini da cok iyi kullaniyor. Solak olusu ve sol bekte de son derece basarili olmasi en onemli artisi. Ayni zamanda son iki sezonda attigi 14 gol ile Premier League'in en golcu savunma oyunculari arasinda basi cekiyor Lescott ki bu Everton gibi duran toplara fazlasiyla ihtiyac duyan bir takim icin cok onemli. Gecitigimiz sezonun neredeyse tamaminda sol bek oynadiktan sonra bu sezon Baines'in formu ve Yobo'nun yasadigi sorunlar sebebiyle daha cok stoperde gorev aldi. Iki gorevin ustesinden de alninin akiyla geldigini rahatlikla soyleyebilirim. Her ne kadar kendisi yer yer stoper, yer yer sol bek oynuyor olusunun Ingiltere Milli Takimi'na girme sansini azalttigini dusunse de ben - Moyes'in de soyledigi gibi - aslinda bunu Lescott'un en onemli avantaji olarak goruyorum. Su anda Milli Takimda stoper rotasyonunda 5., sol bek rotasyonunda ise 3. siradaki isim. Oyle ki bu versatilite Ingiltere'nin Dunya Kupasi'na katilmasi durumunda onun 22 kisilik sinirli kadroda yer almasinda buyuk pay sahibi olacaktir. Moyes en son gozde defans oyuncusu icin Manchester City'nin yaptigi 10M Paund'luk teklifi geri cevirdi.

Leighton Baines
Moyes'in 2007'de 6M Paund'a Wigan Athletic'ten transfer ettigi Ingiliz sol bek Lescott ya da Jagielka gibi mukemmel bir baslangic yapamamisti Everton kariyerine. Oyle ki gectigimiz sezon Lescott'in sol bekteki formu sebebiyle cogu macta takimi kenardan seyretmek zorunda kaldi. Bu sezon basinda da durum ayniydi; ancak Moyes israrla bazi oyuncularin adaptasyon suresinin digerlerine oranla daha uzun olmasinin normal oldugunu ve Baines'in de sirasinin gelecegini soyluyordu. Nitekim 2008 sonu Noel donemiyle birlikte uyum sorununu tamamen atlatmis ve Everton sistemini kavramis olan Baines yakaladigi sansi mukemmel bir sekilde kullandi ve o gunden beri formayi sirtindan henuz bir kez bile cikarmadi. Oyle ki ustun formu ile Capello'nun da gozune girmeyi basardi ve Milli Takim'a kadar yukseldi. Everton iceride, ustun oynadigi maclarda cogu iyi takimin yaptigi gibi beklerini one cikararak rakip takimi kendi sahasina hapsetmeyi seven bir takim. Ortasahanin kenarlarinda oynayan oyuncular da genel olarak ortasaha tipli oldugu ve sifira inip orta kesmeyi tercih etmedigi icin Everton beklerinin yetenekli isimler olmasi cok onemli. Baines bu kaliba aynen uyuyor. Son donemde Arteta'nin sakatligi ile acilan duran topcu boslugunu da layikiyla doldurdugunu soyleyebiliriz, ki bu da herseyin uzerine artisi. Baines transferlerin 1 yil icin degil en az 4-5 sene icin yapildiginin ve oyuncular uzerinde sabredilmesi gerektiginin en onemli kanitlarindan bir tanesi ve bu yaniyla bizim sabirsiz buyuklerimiz tarafindan iyi incelenmesi gereken bir oyuncu.

Phil Neville
Everton'in kaptani, eski Manchester United'li Phil Neville. Takimin en tecrubeli ve en cok basari kazanmis oyuncusu uzak ara. United'da oynarken onu daha cok sol bekte ara ara da kardesi Gary Neville olmadiginda sag bekte izliyorduk. Ancak o da Moyes ile futbolunda yenilik yasayanlar kervanina katilanlardan ve bu sezon belki de her mac on libero olarak forma giydi. Pozisyon bilgisi, tecrubesi ve kuvvetli defansif yonu sayesinde bu gorevin ustesinden basariyla geliyor. Gectigimiz sezon takimin cok onemli bir elemani olan ancak yaslandigi icin Championship takimlarindan Birmingham City'e gitmeyi tercih eden Lee Carsley'in boslugunu fazlasiyla doldurdu Neville. Tabii ki yeri geldiginde sag bek ve sol bek olarak da gorev yapabiliyor ki bir cok kez daha tekrarlayacagim gibi Everton'in gorece dar bir kadroyla bu kadar basarili olmasinin altinda yatan en onemli sebeplerden bir tanesi Neville gibi birden fazla pozisyonda rahatlikla oynayabilen oyunculara sahip olmasi. Onumuzdeki ay oynanacak FA Cup finalinde ona cok is dusecek. Bu arada 3.5M Paund gibi cok makul bir rakama takima katildigini da belirteyim.

Leon Osman
KKTC asilli Ingiliz oyuncu Everton altyapisinin bir baska mezunu. Ayni zamanda Hibbert ile birlikte takima Moyes tarafindan kazandirilmamis yegane iki isimden bir tanesi. 28 yasinda ve ortasahanin her tarafinda rahatlikla oynayabiliyor. Herkes saglikliyken ideal yeri ise sag kanat. 'Aslan' Osman cok mucadeleci ve yeteri kadar teknik sahibi bir oyuncu. Yine Hibbert gibi cok kalburustu bir isim olmasa da istikrarli grafigi ve her turlu gorevi belirli bir duzeyin uzerinde yapabilmesi sebebiyle Moyes'in en cok guvendigi isimlerden bir tanesi. Taraftarin da en cok sevdigi isimlerden ve bu yuzden kariyerini Everton ile noktalamazsa benim icin cok buyuk bir surpriz olur. Bugune kadar Ingiltere Milli Takimi formasi giymedigini ve Turk Milli Takimi'nda gorev yapabilecegini de not duseyim.


Mikel Arteta
Ispanyol oyuncu Everton'in beyni. Kiralik olarak gecirdigi ilk sezonun ardindan 2M Paund'a kadroya katildigi goz onunde bulunduruldugunda Premier League'de son 5 yil icerisinde yapilmis en iyi transferlerden bir tanesi oldugunu rahatlikla soyleyebilirim. Kariyerinin baslarinda ortasahanin ortasinda Xabi Alonso tarzi bir oyuncu olmasi bekleniyordu ondan. Ancak ustun teknik kapasitesine ragmen fiziksel olarak bu pozisyona hazir olmadigi icin Sociedad, PSG, Rangers gibi bir cok takimda tutunamadi. Kendisindeki isigi goren Moyes ise onu fiziksel olarak daha az yipranacagi bir pozisyon olan sag kanatta oynatmayi denedi ve bunda cok da basarili oldu. Daha once de bahsettigim gibi Everton'in oyun sisteminde klasik kanat oyuncularina yer yok. Takimi genel olarak 5 ortasaha oyuncusuyla sahaya cikarip, bunlardan gorece daha marifetli olanlarini kanatlara koymayi seviyor Moyes. Arteta da bu plana muthis uydu ve her iki kanatta da basariyla forma giydi. Ancak Moyes Arteta'nin kapasitesinin farkindaydi ve onun kanattaki performansi ile yetinmeyerek uzun bir sure boyunca fizigini gelistirmesi icin ozel antrenmanlar uyguladi. Bu surede hem yipranmadan mac tecrubesi edinen, hem de Everton oyun sistemini iyice benimseyen Arteta, bu sezon basi ile birlikte Moyes'in onu ortasahada gorevlendirmesiyle mukemmel bir oyuncuya donustu. Arsene Wenger'in 15M Paund'luk teklifi bile kendi basina Arteta'da yasanan bu gelismeyi anlatmaya yeter zaten. Ancak isler tam da Ispanyol oyuncunun istedigi gibi giderken ve insanlar onun Ispanyol Milli Takimi'na alinmayisini sorgulamaya baslamisken cok talihsiz bir sekilde dizinden sakatlandi ve sezonu kapatti. Sakatlanana kadar belki de takimin basarisindaki en onemli pay onundu ve Toffee'ler onun takima donecegi dunu iple cekiyorlar. Korner ve frikiklerdeki basarisindan ve bunun Everton icin oneminden bahsetmekte de ayrica yarar var.

Steven Pienaar
Pienaar gerek kariyeri, gerek Everton'a gelis sekli, gerekse Moyes'in onu oynatis tarzi bakimindan Arteta ile cok buyuk benzerliklere sahip. Cogu kisinin bildigi uzere Ajax'in Van Der Vaart'li, Ibrahimovic'li, Chivu'lu, Van Der Meyde'li son altin jenerasyonunun onde gelen yeteneklerinden bir tanesiydi Guney Afrika'li oyuncu. Ancak Ajax'tan gerektigi zamanda ayrilmadigi icin saydigim diger isimler gibi buyuk takimlara transfer olacagina Borussia Dortmund'un yolunu tutmustu. Forvet arkasi ve ortasahanin ortasinda oynadigi Dortmund'da kendinden bekleneni veremedi ve Nuri Sahin'in gosterdigi gelisimin de etkisiyle 2007-08 sezonunda satis opsiyonuyla beraber Everton'a kiralandi. Moyes burada Pienaar'i, ayni Arteta'da yaptigi gibi, kanatta oynatarak onun Premier League'e adaptasyon donemini kolay gecirmesini ve bu sirada da fiziksel olarak kuvvetlenmesini sagladi. Bu sezon basinda da 2M Paund karsiliginda, takima zaten uyum saglamis, kadroda kendisine belli bir yer edinmis olan Pienaar'i son derece risksiz bir transferle kadrosuna katti. Pienaar iki kanatta da oynayabimesi ve takimda belki de topla adam eksiltebilen tek oyuncu olusu sebebiyle kadronun degerli bir parcasi. Moyes'in onun icin neler planladigini biz bilemeyiz ancak su haliyle bile Premier League'in kalburustu kanat oyuncularindan bir tanesi oldugunu rahatlikla soyleyebilirim. Gokdeniz'in takimi Rubin Kazan Rus transfer doneminde kendisine talipti ancak onerdikleri 6M Paund Moyes tarafindan geri cevrildi, bunu da eklemis olayim.


Tim Cahill
Eger Arteta Everton'in beyniyse Tim Cahill de bu takimin kalbi ve ruhu. Taraftarlarin en cok sevdigi isim olan Avustralyali gercekten cok cok ozel bir futbolcu. Ortasahanin ortasinda, forvet arkasinda ve hatta bu sezon sakatliklar sebebiyle defalarca mecbur kaldigi uzere ileri ucta basariyla oynayabiliyor Cahill. Everton gibi bir takimda bile hirsi, mucadeleci oyun tarzi ile sivrilmeyi basariyor - bu ozellikleriyle de taraftarin tum sinerjisini sahada uzerine yogunlastirdigi isim Cahill. Ayni yan tarafta gordugunuz Ilhan Mansiz ve Gennaro Gattuso ya da Tuncay Sanli gibi. Bu tur oyuncular takimlarinin kisiliginin belirlenmesinde cok buyuk rol oynarlar ve bu sebeple cogu zaman dusunulenden cok daha onemlidir kadro icindeki yerleri. Fenerbahce'nin Tuncay'in gidisiyle nasil ruhsuz ve maglubiyeti sorun etmeyen bir takim oldugunu, Besiktas'in Ilhan'in gidisiyle sampiyonlugu kaybedisini, Gattuso'nun sakatligiyla Milan'in onca yildiza ragmen bu sezon ne kadar gerilerde kaldigini bir dusunun. Cahill de Everton icin o kadar onemli bir oyuncudur.
Tabii ki Cahill'den bahsedip de onu cok ozel kilan asil becerisi olan hava toplarindaki essiz zamanlama kabiliyetinden soz etmemek olmaz. Cok uzun boylu olmamasina ragmen (1.78) yillardir Premier League'in en cok kafa golu atan oyuncularindan bir tanesidir ve bu ozelliginin Everton duran top hucumlarinda yeri cok buyuktur. Ben kendi adima duran toplarda seyrettigim en tehlikeli oyuncu oldugunu rahatlikla soyleyebilirim. Championship ekibi Millwall'un 2003-04 sezonundaki muthis kupa macerasi sonrasi Everton'a kazandirildigini ve sadece 1.5M Paund'a mal oldugunu da belirteyim.


Marouane Fellaini
Moyes’in buyuk ucretler odeyerek takima kattigi iki isimden bir tanesi Fellaini. ’87 dogumlu 1.95’lik dev Belcikali bu sezon basinda Standard Liege’den 15M Paund’a transfer edildi. Cogu kisi tarafindan pahali bulunan bu transferin ardindan performansi merakla bekleniyordu ve su ana kadar ilk sezonunda Moyes’in kendisine duydugu guveni bosa cikarmadigini soyleyebilirim. Cok degisik bir oyuncu Fas asilli Fellaini. Genis kalibi ve uzun boyu sayesinde havadan mukemmel ancak buna ragmen top teknigi de gayet ust duzeyde. Onu diger oyunculardan ayiran bu ozelligini Moyes ilgi cekici bir sekilde onemli bir taktik silaha donusturdu bu sezon ve bircok macta oyun sistemini genc Belcikali uzerine kurdu. Burada gectigimiz haftaki Manchester United macinda Moyes’in Fellaini’yi nasil kullandigini incelemis, ayni zamanda genc oyuncunun iyi ve gelistirmesi gereken yonlerinden bahsetmistim. Ozetlemek gerekirse, biraz tecrube kazandigi ve hava toplarindaki zamanlamasini gelistirebildigi takdirde Premier League’de cok cok onemli bir oyuncu olacagini dusunuyorum Fellaini’nin. Moyes onu simdilik – kadrodaki eksikliklerin de etkisiyle – ortasahada forvete yakin bir pozisyonda oynatiyor, ancak onumuzdeki yillarda onun icin asil planinin ortasahanin ortasi oldugunu bir roportajinda anlatmisti. Sac stili ile birkac sezon once NBA’de Ben Wallace’in yaptigi gibi bir ‘fro akimi baslattigini ve her Everton macinda tribunlerde yuzlerce ‘bonus’ peruklu taraftar gordugumuzu de belirteyim.


Yakubu
Nijeryali oyuncu 11M Paund’luk transfer bedeli ile Fellaini ile beraber Moyes’in takima katmak icin ciddi miktarda para harcadigi iki isimden bir tanesi. Suratli ve cok kuvvetli bir forvet oyuncusu Yakubu ve Everton sisteminde cokca hucumda tek kalmasina ragmen bu gorevi layikiyla yerine getiriyor. Takimdaki ilk sezonunda 39 macta 20 gol barajini asarak ne kadar yerinde bir transfer oldugunu zaten herkese kanitlamisti. Bu yil ayni gol oranini yakalayamamis olsa da iyi performansina devam ediyordu ki yasadigi asil tendonu sakatligi sezonu erken kapatmasina yol acti. Eger onumuzdeki yil sahalara dondugunde eski formunu yakalayabilirse Everton’in en onemli silahlarindan biri olacaktir.

Louis Saha
Moyes’in Ferguson’un Manchester United’indan kadrosuna kattigi bir diger tecrubeli isim de Louis Saha. 1M Paund’luk bir bonservis bedeli ve mac basina ucretle takima katildigi hesap edildiginde dusuk risk – yuksek odul profilli bir transfer oldugu soylenebilir. Bu sezon – her zaman oldugu gibi – sakatliklarla bogusmasina ragmen donem donem attigi gollerle takima onemli puanlar kazandirmayi basardi Fransiz oyuncu. Saglikli ve gununde oldugunda Premier League’in en iyileri kadar tehlikeli bit isim Saha.

Jo
Bir baska tipik Moyes transferi de Jo. Sezon basinda CSKA Moskova’dan Manchester City’e 19M Paund’a transfer olan Brezilyali burada istedigi kadar sans bulamayinca Everton’a kiralandi. Kontratinda satin alma opsiyonu olmamasina ragmen, Moyes’i ikna edebilirse onumuzdeki yillarda da kendisini mavi formayla izleyebiliriz. Ancak Everton’da sergiledigi basarili performans ve yuksek bonservisi sebebiyle bu transferin gerceklesmeme ihtimali de gayet yuksek. Sezonun geri kalaninda ne kadar basarili olacagi ve yeni transfer doneminde Moyes’e Everton yonetiminden ne buyuklukte bir butce verilecegi bu konuda belirleyici olacaktir.
Teknik yapisi ve yumusak oyun tarzi sebebiyle Manchester United’daki Berbatov havasi uyandiriyor bende Jo. Bunu iki turlu yorumlamak da mumkun; elimizde olmayan turde bir oyuncu, cesitlik yaratiyor da diyebilirsiniz, takimin butunlugunu bozuyor da. Ben sahsen Yakubu saglam donerse Jo’nun iyi bir tamamlayici parca olacagini dusunuyorum. Moyes’in oyuncu gelisimindeki basarisi goz onunde bulunduruldugunda da Brezilyali’nin Premier League’de kendisi icin daha iyi bir takim bulamayacagini da rahatlikla soyleyebilirim.


Jack Rodwell
1991 dogumlu genc oyuncu Everton altyapisinin A Takim’a sundugu son yetenek. Ayni zamanda Ingiltere U19 Milli Takiminin kaptani ve son donemde U21 Milli Takiminda da forma giymeye basladi. Su ana kadar oynadigi asil pozisyon stoper iken Moyes onu bu sezon tamamen on liberoda oynatti. Ben bunun Rodwell’in top teknigini ve pozisyon bilgisini gelistirmek, ve bu sirada yapacagi hatalarin skora direk etki etmesini engelleyerek kendine olan guvenini zedelemeden ona mac tecrubesi kazandirmak adina yapilmis klasik bir Moyes hamlesi oldugunu dusunuyorum. Ancak fizigi ve yetenegi sebebiyle iyi bir defansif ortasaha da olabilir kariyerinin ilerleyen yillarinda Rodwell. Bekleyip hep beraber gorecegiz.

Dan Gosling
Everton A Takimi’na bu sezon yukselen bir baska genc oyuncu da Dan Gosling. Gectigimiz sezon devre arasinda Championship temsilcisi Plymouth Argyle’dan 1M Paund’a transfer edilmisti. Genc takim ve rezerv ligde forma giyerek takima uyum saglamasi saglandiktan sonra Moyes tarafindan bu sezon A Takim’a yukseltildi. A Takim’da ortasahanin sag kanadinda forma sansi buluyor kendisine, ancak ilerleyen yillarda ortasahanin gobegine yerlesmesi bekleniyor. Bu sezon FA Cup 4. Tur eslesmesinin ikinci ayaginda Liverpool’a 118. dakikada attigi golle dikkatleri uzerine cekmeyi basarmisti. Moyes Rodwell gibi onu da yavas yavas A Takim’a alarak yipranmasini engellemeye calisiyor. Onumuzdeki sezondan itibaren rotasyonun onemli bir parcasi olacagini dusunuyorum.

James Vaughan
1988 dogumlu altyapi mezunu 2004-05 sezonunda A Takim’a yukselmis ve Premier League sahnesine firtina gibi girmisti. 16 yas 357 gunlukken attigi gol ile yine baska bir Everton akademi mezunu Wayne Rooney’in “Premier League’de gol atan en genc oyuncu” rekorunu kirdiginda karsilastirmalar kacinilmazdi. Ancak o tarihten itibaren sakatliklar bir turlu yakasini birakmadi genc oyuncunun ve bu sebeple kendisinden beklenen asamayi kaydedemedi. Bu sezonun neredeyse tamamini da sakatliklarla bogusarak gecirdikten sonra FA Cup yari finalindeki Chelsea maciyla sahalara dondu ve iyi bir performans sergiledi. Cok suratli ve yetenekli bir oyuncu olan Vaughan icin onumuzdeki sezon cok buyuk onem tasiyor. 21, forvet oyunculari icin hala genc sayilabilecek bir yas. Eger basindaki sakatlik belasindan kurtulabilirse cok iyi bir oyuncu olmak icin hala sansi oldugunu dusunuyorum.

Victor Anichebe
1988 dogumlu bir baska altyapi mezunu Anichebe. Vaughan kadar yetenekli olmasa da kuvvetli fizigi ve suratiyle iyi bir oyuncu olma sansi var. Gecen sezon UEFA Kupasi’nda attigi 4 golle dikkatleri uzerine cekmisti. Bu sezon ise forvet bolgesinde yasanan sakatliklar ile ust uste forma sansi buluyordu ki Newcastle United macinda Kevin Nolan hayvaninin darbesiyle o da sezonu kapatanlar kervanina katildi. Eger ki Yakubu, Vaughan, ve Saha takimda kalir, Jo da kadroya eklenirse onumuzdeki takimdan ayrilmak durumunda kalabilir genc Nijeryali.

Not: Van Der Meyde, Nuno Valente, Jacobsen, Castillo gibi isimlere yer vermedim. Cunku takimda cok forma giymedikleri gibi bu oyunculardan herhangi birisinin onumuzdeki sezon Everton’da kalmasini beklemiyorum.


Moyes’in basarisini anlatmanin daha iyi bir yolu var miydi bilmiyorum. Ortada duzgun bir planlamayla, her adimi hesap edilerek, ve cok az hata payiyla kurulmus, belli bir oyun tarzi olan, sahaya her macta elinden gelenin en fazlasini yansitan, bunun yani sira oynadigi futbolla da kendisini digerlerinden ayristirmayi basarabilen bir takim var ve bu takimin mimari/muhendisi/tas ustasi David Moyes. ‘Everton Karakteri’ ile anlatmaya calistigim da bu caliskan, mucadeleci, takimi icin fedakarliktan kacmayan oyuncularin David Moyes onderliginde olusturduklari ortam zaten. Sahsen bir futbol izleyicisi olarak beni inanilmaz heyecanlandiriyorlar. Bireysel gelisimine katkida bulunulan yetenekli oyuncular, altyapidan gelen gencler, ve baska yerde bulamadigi huzur/istikrar ortamini Everton’da yakalayip bu sayede parlayan veteranlar. Mukemmel bir karisim Moyes’inki ve hergun uzerine birseyler daha koyarak yollarina devam ediyorlar. Sakatlar geri donup de bu sezon cokca forma sansi bulan gencler biraz daha gelistigi vakit cok cok iyi bir takim olacaklar. Tottenham, Newcastle, Manchester City, West Ham, Portsmouth gibi Premier League’in diger kalburustu takimlarindan kat kat ileride maviler ve yillardir lige ambargo koyan Muhtesem 4’lunun arasina girmeye en buyuk aday onlar.

Come On You Blue!

Barcelona - Chelsea: 0-0

Chelsea Camp Nou'dan canli kurtulmayi basardi. Sezonun formda takimi, Sampiyonlar Ligi'nin en buyuk favorisi, hatta kimilerine gore son 10 yilin en iyi ekibi olan Barcelona karsisinda Guus Hiddink'in ogrencileri cok onemli bir savunma performansi sergileyerek sahadan 0-0'lik esitlikle ayrilmayi bildi.


Yer: Camp Nou
Tarih: 28 Nisan 2009
Barcelona: Valdes, Dani Alves, Marquez (51' Puyol), Pique, Abidal, Toure, Xavi, Iniesta, Messi, Henry (86' Hleb), Eto'o (81' Krkic)
Chelsea: Cech, Ivanovic, Terry, Alex, Bosingwa, Obi Mikel, Ballack (94' Anelka), Essien, Lampard (70' Belletti), Malouda, Drogba

Guardiola maca artik herkesin ezberledigi dizilisle ve ideal kadrosundan tek degisiklikle, stoperde Puyol'un yerine Marquez'i gorevlendirerek basladi. Hiddink ise cogu kisiyi sasirtan bir 11 ile sahadaydi. Oncelikle son iki haftadir herkesi mesgul eden 'sol bekte kimin oynayacagi' sorusu cevabini Bosingwa ile buldu - ki Portekizli oyuncunun performansiyla kendisine guvenen hocasinin yuzunu kara cikartmadigini belirteyim. Ancak asil surpriz ortasahadaydi Chelsea adina. Hiddink doneminde bugune kadar Kalou ile Anelka arasinda degismeli olarak idare edilen sag kanat Essien'e teslim edilmis, Essien'in yerine ortasahanin gobegine de Obi Mikel monte edilmisti. Bu tercihin ortasahanin fizik gucunu arttirmak ve takimi defansif anlamda kuvvetlendirmek icin yapildigi belliydi ve aslinda Hiddink'in 11'i nasil bir mac izleyecegimizi takimlar sahaya cikmadan bize anlatiyordu. Barcelona oynamaya calisacak, Chelsea de savunacakti - ki oyle de oldu.

Mac baslayinca ilk gozlemim Essien'in hem Abidal'in hem de Iniesta'nin Chelsea sag tarafina yapacagi bindirmeleri kontrol etmekle gorevlendirildigiydi. Obi Mikel de Ballack'in yaninda tam anlamiyla ikinci on libero olarak yerlesmisti. Malouda ise sol kanatta Dani Alves'in geride birakabilecegi bos alanlari kolluyor ortasahanin geri kalanina gore daha onde oynuyordu. Hucum adina Chelsea'nin yegane diger opsiyonunun da Drogba'ya atilacak uzun toplar oldugunu anlamak icin kahin olmaya gerek yoktu zaten.

Macin ilk yarisi Chelsea'nin bu dizilisi sebebiyle son derece kapali oynandi. Barcelona'nin oyunu acmak adina yaptigi tek oyun ici degisiklik - beklendigi gibi - orta uclunun saginda maca baslayan Xavi'yi ortaya cekip Dani Alves'i bosalan kanala sokmak ve bu yolla ortasahayi dortlemek oldu. Chelsea ise buna Malouda'yi biraz daha geri cekip Drogba'yi sag stoper olan Marquez'in uzerine oynatarak cevap verdi. Chelsea'nin basarili savunma oyunu Barcelona ileri uclusunun de cok gununde olmamasiyla birlesince birkac yarim pozisyon ve ceza sahasi cevresinden kullanilan duran toplar disinda Barcelona devreyi pozisyon bulamadan kapatti. Buna karsilik Chelsea 40. dakikada hangi akla hizmet Puyol'un yerine oynadigini anlayamadigim Marquez'in geri pas hatasi sayesinde Drogba ile neredeyse golu de buluyordu. Burada Avrupa'nin ust duzey takimlarinda forma giyen uzak ara en kotu kaleci olan Valdes'in hakkini da teslim etmek lazim, iki pozisyonda da basariliydi.


Acikcasi macin ikinci yarisinda da ilk yariya kiyasla herhangi bir yenilik gozlemlemek mumkun olmadi. Insan azmani Alex'in Henry'e tosmasi, Marquez'in kendi kendini sakatlamasi, Dani Alves'in Sabrivari hareketleri derken dakikalar 60'i bulmustu zaten. Dedim ya degisen birsey yoktu: Topa 70% oraninda sahip olan ve top dolastirarak Chelsea savunmasinda acik arayan Barcelona, buna karsilik Terry ve Ballack onderliginde cok iyi savunma yapan ve Drogba'ya atilan uzun toplarla gol aramaya calisan Chelsea. Bu durum o kadar barizdi ki uefa.com'un mac icerisindeki pas dagilimlarini verdigi istatistiklerinde en cok paslasan Barcelona ikilisi Dani Alves ve Xavi iken bu ikili Chelsea'de Cech ve Drogba idi. Son 20 dakikada Barcelona etkisiz kalan Eto'o ve Henry'i Krkic ve Hleb ile degistirirken Chelsea ise Lampard'in yerine Belletti'yi alarak Essien'i merkeze kaydirmak suretiyle daha da defansif bir dizilise dondu. Ancak degisiklikler skora etki yapmadi ve Chelsea Cech'in de becerisi ile sadece iki onemli gol pozisyonu verdigi macta 0-0'i korumayi basardi.


Bu mactan sonra 'futbolu katlettigi' icin Hiddink'i ve Chelsea'yi elestiren cok olacaktir; ancak savunma futbolundan da keyif alabilen biri olarak ben gayet begenerek seyrettim mucadeleyi. Tabiri caizse Anadolu takimi gibi savunma yapmadi Chelsea. Rakibi kaleden uzak tutmak adina son derece iyi dusunulmus bir oyun planini sahaya yansittilar. Burada birkac oyuncuya ayrica deginmekte fayda goruyorum. Ilki Michael Ballack; sezon sonunda sozlesmesi bitecek olan Alman oyuncu futbolunda cok ciddi bir evrimin tam ortasinda su gunlerde. Bunca sezondur 'box-to-box', 'cift yonlu ortasaha' ya da ne derseniz deyin, ideal ortasaha oyuncusu profili cizmis olan Ballack, ozellikle Hiddink geldikten ve Essien sakatliktan dondukten sonra butun onemli maclarda on libero olarak oynuyor. Gerek pozisyon bilgisi, gerek ustun Alman teknolojisi fizigi, gerekse oyun kurma becerisi sebebiyle de bence bu gorevde cok cok basarili oluyor. Artik 32 yasina geldigini ve eskisi kadar tempolu, mucadeleci bir oyun ortaya koyamayacagini dusunerek bu donusumun Chelsea'ye transfer oldugundan beri dususe gecen kariyerini uzatmak ve yeniden canlandirmak adina cok isabetli oldugunu dusunuyorum. Chelsea ile sozlesme yenileyecegini sanmiyorum, o yuzden kendisini kadrosuna katacak takim cok buyuk is yapmis olacaktir bence. Deginmek istedigim bir baska isim de Bosingwa; bugun biraz Messi'nin gununde olmayisi sebebiyle de olsa sol bekte cok iyi bi performans sergiledi Portekizli. Chelsea'ye transfer oldugu gunden bu yana ofansif gucu herkes tarafindan kabul edilse de defansif yeterliligi herkes tarafindan soru isaretiyle karsilaniyordu, bugun oyunun savunma tarafina konsantre oldugu zaman neler yapabilecegini de bizlere gostermis oldu. Bu kadar iyi gozukmesinde iceri kat ederek oynamayi cok seven Messi karsisinda o kanatta ters ayakla oynamis olmasinin da buyuk payi oldugunu dusunuyorum. Messi gibi fazla sifira inmeyen ve topla cezasahasina diyagonal dalislar yapan forvet destekleyicileri karsisinda ters ayakli bir bekin de ne kadar etkili olabilecegini de izlemis olduk - ki ben bunu daha once dusunememis oldugum icin kendime bayagi bir kizdim ayni zamanda. Messi'nin karsisinda bugun Asley Cole oynamis olsaydi bu kadar etkisiz kalmayacagini dusunuyorum sahsen. Ve son olarak Petr Cech. Daha gecen yila kadar dunyanin en iyi 3 kalecisinden biri olarak gosterilen ancak once kafatasinin catlamasi sonra da A Milli Takimimiz karsisinda yaptigi buyuk hatayla dususe gecen ve Chelsea'den ayrilacagi dahi konusulmaya baslanan Cek kaleci bugun adeta Mourinho'lu gunlerinden bir pasaj sundu bizlere. Kaleciligini her zaman cok begenmis biri olarak bu formunu surdurmesini diliyorum, cunku kalecilik futbolda en zor gorev ve onun kadar iyileri de agacta yetismiyor malesef.

Chelsea agirlikli bir yazi oldu, farkindayim ancak Camp Nou'da 0-0 biten bir mac sonrasi Barcelona hakkinda 'gunlerinde degillerdi'den baska bir yorum getirmek de acikcasi cok zor. Fotomac gibi 'Ruhsuzlar, kifayetsizler' ya da 'Guardiola bu takimin agirligini kaldiramiyor' seklinde basliklar atmayacagimiz icin istedigini sahaya yansitabilen takimi konu almak istedim.


Golsuz beraberlik Chelsea icin iyi sonuc ancak bence iki takimin tur sansi esit su anda. Messi-Henry-Eto'o uclusu bir daha bu kadar durgun bir mac oynamayacaklardir ayni anda. Chelsea'nin de Stamford Bridge'de biraz acilacagi dusunulunce farkli Barcelona galibiyetinden Chelsea galibiyetine kadar her sonuc bence ihtimal dahilinde. Bir not; Marquez'in sakatligi kotu gorunmustu gozume, ilk aciklamalar dogruysa sezonu kapatmis; Puyol'un da cezali oldugu bolgede buyuk sorun yasayabilir Barcelona. Kadro icinden adaylar ya guven vermeyen genc Martin Caceres ya da Yaya Toure.

Bu arada mactan sonra sansim olsaydi Guardiola'ya Chelsea'nin hic hucum tehdidi bulundurmadigi sol kanatta Abidal'in neden bu kadar pasif kaldigini sorardim herhalde. Hiddink'e de Bosingwa'dan ikinci macta sol kanatta faydalanip faydalanmayacagini.

Barcelona - Chelsea: 0-0

28 Nisan 2009

Kiralik Oyuncu Protokolu Sorunsali

Besiktas'in Eskisehirspor'la oynadigi geride biraktigimiz haftada artik kliselesmis olan "Kiralik oyuncu protokolu sorunsali" yine hortladi. Besiktas'in Eskisehirspor'da kiralik oynayan iki genc oyuncusu Batuhan Karadeniz ve Emre Ozkan iki takim arasindaki protokol geregi geride biraktigimiz macta Besiktas'a karsi forma giymediler. Bu da gerek gazetelerde gerekse blog camiasinda sertce elestirildi. Kliselesmis bu elestiriler arasinda "Insan haklarina aykiri" ve "Artik bunlari asmamiz lazim, bu yuzden Avrupa'dan geride kaliyoruz" gibilerini de birkac defa gorunce konuyla ilgili yazmadan edemedim.



Oncelikle bir takimda kiralik olarak oynayan oyuncularin ana takimlarina, yani bonservislerini elinde bulunduran takima karsi oynamamalirinin insan haklarina aykiri oldugunu dusunenler ya insan temel haklarinin ne oldugundan habersizler, ya da Hincal Uluc'culuk oynuyorlar. Her iki durumda da aslinda oturup cevap vermemek lazim ancak ben bu gorusu birden fazla yerde okudugum icin aciklayayim. Ortada 3 grup arasinda yapilmis bir kontrat var. Oyuncunun ana kulubu, oyuncuyu belirli bir sureligine kiralayan kulup, ve son olarak da mevzu bahis oyuncu ve onu temsil eden menajeri. Bu 3 grup - herhangi bir zorlama olmaksizin - Turkiye Futbol Federasyonu'nun ve Turkiye Cumhuriyeti'nin kural ve kanunlari cercevesinde bir anlasmaya varmislar ve hazirlanan sozlesmeyi imzalamislar. Batuhan'la Emre'nin bu macta oynamayacagi devre arasindan beri belli ve ilgili taraflardan herhangi birisinin bu konuda bir sikayeti yok. Yani anlayacaginiz alan memnun, satan memnun.

Gelelim bu uygulamanin Turkiye gibi 'ikinci sinif' Avrupa liglerine ozgu oldugunu ve bu yuzden Avrupa'nin ileri gelen liglerinden geri kaldigimizi iddia eden arkadaslara. "Hic mi Championship Manager oynamadiniz?" deyip konuyu kapatmak istiyorum; ancak yine de CM oynamamis olanlar vardir diye aciklayayim. Bu uygulama ne Turkiye'de baslamistir ne de sadece Turkiye gibi 'ikinci sinif' Avrupa liglerinde uygulanmaktadir. Ozellikle Ingiltere'de Avrupa Futbolu'nun zirvesi olan Premier League'de cok sik rastlanan bir olaydir bu. Almanya, Italya ve Ispanya liglerinde de cokca yapilir bu tarz anlasmalar. Yani bunun gelismislikle de hicbir alakasi yok.

Bunlari soylememin sebebi Besiktas'i savunmak istemem degil kesinlikle. Keza bu uygulamaya basvuran tek takim Besiktas degil zaten. Ben sadece yaygin kaninin aksine yapilan bu protokollerin yanlis ya da utanilacak birsey olmadigini, hatta bahsettigimiz sozlesmeleri imzalayan gruplarin korunmasi acisindan son derece gerekli ve faydali oldugunu dusunuyorum. Uc bir ornekle aciklayayim: Besiktas sezonun son haftasinda Denizlispor ile oynuyor, diyelim ki Besiktas Emre Ozkan'i Eskisehirspor'a degil de Denizlispor'a kiralamis olsun. Ornek benim ya, Besiktas son haftaya 1 puan farkla lider girmis, macin 80. dakikasinda da skor 0-0. Besiktas'in gol atacagi yok, sampiyonluk elden gidiyor. Derken ceza sahasina gonderilen bir topta Emre Ozkan zipliyor ve gereksiz yere topa elle mudahale ediyor. Penalti, gol ve 1-0. Besiktas sampiyon oluyor. Ne konusulur Besiktas'in sampiyonlugu hakkinda? 34 hafta boyunca takimin nasil mucadele ettigi mi, yoksa zaten onumuzdeki sezon Besiktas'a donecek olan Emre Ozkan'in bilerek penalti yaptirarak Besiktas'i hak etmedigi bir sekilde sampiyon yaptigi mi? Besiktas'in sampiyonluguna leke suruldugu gibi Emre Ozkan'in kariyeri de o andan itibaren saibe altina girecektir. Bu olayin ligin son haftasinda sampiyonluk ortadayken macin son dakikalarinda gerceklesmesine de gerek yok. Isterseniz biraz daha normal bir ornege bakalim: Emre Ozkan gectigimiz Pazar Eskisehirspor formasi giymis olsun. Kendisini ispat etmek icin de canini disine takarak mucadele etsin, ama bu yuzden sert girdigi bir ikili mucadelede Holosko'nun ciddi bir sekilde sakatlanmasina sebep olsun. Besiktas da bu yuzden galip gelemedigi mactan sonra en onemli oyuncularindan bir tanesi olan Holosko'nun da eksikligiyle sampiyonlugu kacirsin. Taraftarin Emre'ye tepkisini gectim, bizim her hafta ayri bir bomba patlatan yoneticimiz Levent Erdogan'in yapacagi aciklamalari tahmin edebiliyorsunuzdur.

Ornekler cogaltilabilir, ama gecelim. Konunun ozunde cok temel bir problem yatiyor. Ingilizcesi 'Conflict of interest', sanirim Turkce'de en iyi karsiligi 'Cikar catismasi'. A takimi ile 5 yillik sozlesmesinin ilk sezonunda, ayni ligden baska bir takim olan B takimina tecrube kazanmasi icin gonderilen bir oyuncunun, A-B macinda hangi takimin galip gelmesi isine gelir? Bahsettigim sorun budur. Bir takimin formasini giyen 11 oyuncunun da o takimin basarisini istemesi ve takimin basarisinin bu 11 oyuncunun da tabiri caizse 'isine yaramasi' gerekir. Aksi takdirde oynanan musabakanin guvenilirligi ve kredibilitesi - hakli olarak - sarsilmis olur. Yani konu aldigimiz problem oyncusunu kiralik veren kulubun ondan korkup da kendisine karsi oynamasini istememesinden cok daha derin bir problemdir.

Belirli kulupler bunu sorun etmeyebilirler ki bu onlarin kendi tercihidir. Bazi kulupler de buyuk ihtimalle mevcut Besiktas yonetiminin de yaptigi gibi sark kurnazligiyla, sirf sezonunun iki macini daha rahat oynamak adina bu yola basvuracaklardir. Ancak bu ortadaki hadiseyi insan haklarina aykiri hale getirmeyecegi gibi bu opsiyonu kullanan kuluplerin de geri kaldigi anlamina gelmez.

Not: Benzer bir sorunun Bosman transferlerinde ortaya ciktigini da soyleyebilirim. Ancak o gercek anlamda insan haklari bazinda tartisilmasi gereken daha detayli bir konu oldugu icin onu sonraya birakalim.

27 Nisan 2009

PFA Players' Player of the Year

Ingiltere Profesyonel Futbolcular Dernegi tarafindan duzenlenen Yilin Oyuncusu oylamasinin sonucu bu aksam aciklandi:


Daha onceden duyuruldugu uzere adaylar Ryan Giggs, Nemanja Vidic, Rio Ferdinand, Cristiano Ronaldo, Edwin Van Der Sar ve Steven Gerrard idi. Kazanan Manchester'in yasayan efsanesi Ryan Giggs oldu. Odule layik gorulmesinin ana sebebinin 35 yasindan sonra futbolunda gecirdigi evrim oldugunu dusunuyorum. Yillar boyunca Premier League'in en korkulan kanat adami olduktan sonra yaslandigini ve yavasladigini kabullenebilmek basli basina buyuk olgunluk gerektiren, onemli bir basari. Ama onca yil sonra en onemli ozelligi olan suratini kaybettikten sonra bu kadar iyi bir ortasaha oyuncusuna donusmek sadece ve sadece efsanelerin basarabilecegi birsey.


Burada mumkun oldugunca yorumlarimizi yazmaya ve herkesin kolaylikla ulasabilecegi sayilari, istatistikleri bu yorumlarin disinda tutmaya calisiyoruz. Ancak Giggs'in nasil bir kariyeri geride biraktigini biraz daha iyi anlamak adina su listeye bir goz atmak gerektigini dusunuyorum:

Manchester United formasiyla 19 sezonda 799 mac oynayip 148 gol atmis Ryan Giggs. Bu 19 sezonun 15'inde en azindan 40 mac oynamis. 17 yasinda A Takima yukseldigi ilk sezonun ardindan 37 macin altinda oynadigi tek bir sezon dahi yok.
United formasiyla kazandigi basarilar:

10 Premier League Sampiyonlugu
2 Sampiyonlar Ligi Kupasi
4 FA Cup
3 League Cup
7 Community Shield
1 UEFA Super Kupasi
1 Kitalararasi Kupa
1 Dunya Kulupler Sampiyonasi Sampiyonlugu

Bunlara ilaveten aralarina PFA Yilin Futbolcusu odulunun de eklendigi sayisiz bireysel basari.



Mukemmel bir futbolcu, gercek bir profesyonel, her hareketiyle, durusuyla tarafli tarafsiz herkese kendisini sevdirmeyi basarmis mukemmel bir sembol Ryan Giggs. Saygi duymamak, hayran kalmamak, ona sahip olduklari icin Manchester United taraftarlarini kiskanmamak mumkun degil.

PFA Players' Player of the Year: Ryan Giggs

Eskisehirspor - Besiktas: 0-2

Takim halinde iyi oynadi Besiktas bugun. Ozellikle de Ernst-Cisse-Delgado'dan olusan ortasaha mukemmele yakindi. Hak edilen galibiyet de Bobo ve Holosko'nun golleriyle geldi.


Yer: Eskisehir Ataturk Stadi
Tarih: 26 Nisan 2009
Eskisehirspor: Sinan, Bulent Ertugrul (73' Poljak), Nadarevic, Vucko, Sezgin, Emre Toraman, Bulent Kocabey, Doga, Engin (46' Serdar), Anderson, Youla
Besiktas: Rustu, Ibrahim Toraman, Sivok (46' Bobo), Gokhan, Ekrem, Cisse, Ernst, Delgado, Serdar Ozkan (46' Ibrahim Uzulmez), Tello (81' Yusuf), Holosko

Mustafa Denizli bir kez daha farkli bir defans kurgusuyla surdu Besiktas'i sahaya. Gokhan-Sivok ikilisinin saginda Ibrahim Toraman, solunda Ekrem yer aldi. Eldeki kadrodan, oyuncularin form durumlari da goz onunde bulunduruldugunda, cikarilabilecek en iyi savunma dortlusu oldugunu soyleyebilirim bunun. Umarim Denizli'nin denemeleri sezonun bitimine 6 mac kala son bulmustur. Savunmanin onunde de Cisse'yi gormek sevindiriciydi, daha onceden de belirttigim gibi Cisse bu takimin nerede durup, nereye pas atacagini bilen sayili oyuncularindan bir tanesi ve sadece sahip oldugu tecrube sebebiyle dahi bundan sonraki her mac bu takimin formasini giymesi gerektigini dusunuyorum. Cisse'nin onunde Ernst-Delgado, ileri uclude de Holosko ve arkasinda Serdar Ozkan-Tello ikilisi vardi. Bobo'nun olmayisi surpiz sayilsa da hem hafta icindeki sakatligi hem de son donemdeki formsuzlugu sebebiyle bir deplasman maci icin anlasilabilir bir tercihti bence.

Kadro secimi dogru, kilit oyuncular da gununde olunca sahada iyi bir Besiktas seyrettik. Ozellikle Delgado bu sezonki en iyi maclarindan birini oynadi ve Denizli'nin Yusuf'u kenarda oturtma tercihini haksiz cikartmadi. Cisse ve Ernst de ona eslik edince ortasahasi iyi top yapti Besiktas'in. Ileride ise Serdar ve Tello'nun etkisizligine ragmen Holosko cok iyi oynayarak bu acikligi kapatti, kendine ve arkadan gelenlere bol bol pozisyon yaratti. Burada en ucta Holosko tercihini biraz daha detayli incelemek gerektigini dusunuyorum. Holosko yuksek suratte devamlilik, dribbling, kuvvet ve isabetli sut atabilme gibi cok onemli meziyetlere sahip bir forvet oyuncusu. Ancak geleneksel tarzda bir 'tek forvet' oldugunu soylemek mumkun degil. Yine de bugun ilk yarida bu saydigimiz ozellikleri cok iyi kullanarak olabilecegi kadar basarili oldu. Ne yapti peki Holosko? Oncelikle kosu tehdidi sebebiyle Eskisehir savunmasinin ileri cikmasini 45 dakika boyunca engelledi. Sik sik geri gelerek arkasinda iyi top yapmakta olan ortasahaya duvar oldu ve bu sayede Besiktas'in ceza sahasi civarindan - ozellikle Delgado ile - bol bol sut imkani bulmasini sagladi. Son olarak da gunumuz ust duzey futbolunun olmazsa olmaz olgusu, forvetlerin kenara deplase olarak arkadan gelen ortasaha oyuncularina yer acmasi geregini harfiyen yerine getirdi. Ancak bu tercihin bir tek goturusu oldu, o da takimin, oyunu rakip yari sahaya yiktigi donemlerde ceza sahasinda hedef alacagi bir forvet oyuncusu bulamamasiydi. Fakat bu Holosko'ya ya da Denizli'ye yoneltilmis bir elestiri degil kesinlikle - sadece yapilan taktik tercihin sayisiz sonucundan bir tanesi. Delgado ceza yayi civarinda buldugu sutlardan bir tanesini gol yapabilmis olsa ya da 38'de penalti noktasinda soldan gelen topa sag ayaginin iciyle degil de disiyla vurmayi tercih etse Besiktas onde de bitirebilirdi devreyi. Ic sahadaki maclar icin zayif kalacak olsa da ozellikle rakibin cesur oynayacagi deplasman maclarinda yine dusunulebilecek bir opsiyon bence Holosko'yu 'tek forvet' oynatmak.

Donelim maca. Ikinci devre ile birlikte Mustafa Denizli B Planina basvurdu ve Bobo'yu oyuna sokarak Besiktas'tan gormeye alisik oldugumuz hucum formasyonuna dondu. Yabanci sinirlamasi sebebiyle cikmasi gereken ilk isim olan Serdar Ozkan'in yerine giremezdi tabii ki Bobo. Bu yuzden de Denizli Serdar ile birlikte Sivok'u da oyundan alip Ibrahim Uzulmez'i sokarak benim buradan daha once cokca elestirdigim Gokhan Zan-Ibrahim Toraman'in tandemde yer aldigi geri dortluye dondu. Denizli'nin cok iyi bir mac cikaran Holosko, Delgado, ve Ernst'i oyundan cikarmamasi gayet mantikliydi. Her an skoru degistirebilecek olan Tello'yu berabere giden bir macta oyunda tutmak istemesi de sasirtici degil. Geriye ya Cisse ya da Sivok secenekleri kaliyordu ki Cisse'nin cok iyi oynuyor olusu disinda Sivok'un Youla'ya karsi sari karti oldugunu da hesaba katarak bu tercihini anlayabiliyorum. Bence dogrusu Tello ile Serdar yerine Bobo ile Yusuf'un girmesi olurdu ancak o zaman da kulubede yapacak ucuncu bir hamlesi kalmayacakti Denizli'nin. O yuzden gecmisteki kadar agir elestirmek mumkun degil bugun kendisini. Hakkini da vermek lazim, Ibrahim Toraman'in ayaginin kayip klasik sakarligini yaptigi bir pozisyon disinda rakibe firsat da vermedi Besiktas'in 100% yerli savunmasi. Bunda gecen hafta kafasini yardiktan sonra adeta yeniden dogan Gokhan Zan'in mukemmel oyununun da payi buyuktu. Bir de soylemeden gecemeyecegim, 54. dakikada bir Eskisehirspor kontraataginda Ibrahim Toraman bir adim one cikmak suretiyle Youla'yi bilincli bir sekilde ofsayta dusurdugunde gozlerim yasardi. Kendisinden boyle bir hareketi bir daha ne zaman goruruz bilmiyorum ama bu beni bir sezon daha idare herhalde.


Iyi top yapan ve rakibine de fazla pozisyon vermeyen Besiktas hak ettigi golu 67'de cok guzel hazirlanmis bir pozisyon sonrasi Bobo'nun vurusuyla bulmayi basardi. Geriden atilan uzun top, forvet ozellikli destekleyici Holosko'nun topu indirmesi, oyunkurucu ozellikli destekleyici Tello'nun merkezi pozisyondan ara pasi ve araya kacan santraforun tek vurusu - bence mukemmel bir goldu. 86'da bu sefer kollektif calisma yerine tamamen bireysel yetenege dayanan cok guzel baska bir baska gol ile de maci bitirdi Besiktas. Golun kahramani 3'u Doga'ya olmak uzere 4 calim ile topu 50-55 metre yuruyerek tasiyan sonra da kalenin icinde bombos beklemekte olan Holosko'ya yuvarlayan Yusuf'tu. Ilk kez kimden duydugumu hatirlamiyorum ama cok dogru soylemisler, bu Yusuf hakikaten telefon kulubesinde bile calim atar adama. Hakikaten milim hizlanmadan, adeta yuruyerek bu kadar kolay calim atan bir futbolcu daha seyretmedim ben bugune kadar. Bu kadar calim atip topu oraya getirdikten sonra bencillesip oradan kaleye vuran da cok olur; o yuzden Yusuf'un kafasini kaldirip pasi dusunmesi de tebrik edilmesi gereken bir baska hadise bence. Devre arasinda takima katilan bu tecrubeli isim hakikaten cok buyuk katki yapti Besiktas'a su ana kadar ve en basta bu satirlarin yazari olmak uzere cogu kisi tarafindan sertce elestirilen transferini hakli cikarmayi basardi.

Basta da soyledigim gibi Besiktas takim olarak cok iyi oynadi bence bugun. Holosko, Delgado, Cisse, Ernst, Rustu, Gokhan Zan digerlerinden bir adim one cikan isimlerdi. Denizli'nin de artik ideal takimina karar vermis olmasi lazim. Bugunku savunma ve ortasaha duzeni dogruydu. Nobre de iyilesip Serdar Ozkan'in yerine 11'e girerse takim optimuma iyi yaklasmis olur bence. Yabanci sinirlamasi ve Holosko'nun formu sebebiyle Bobo'ya yer yok ilk 11'de, ancak o da Yusuf ile beraber bugun yaptigi gibi sonradan oyuna girerek maclarin kaderini tayin eden 12. adam olabilir pek tabii ki.

Rustu, Ibrahim Toraman, Sivok, Gokhan Zan, Ekrem, Cisse, Ernst, Delgado, Holosko, Tello, Nobre ve yedekten gelecek olan Bobo ile Yusuf. Bence ikinci yari ile birlikte kurulan duzende ideal dizilisi bu Besiktas'in. Denizli'nin de bunu gordugunu ve bundan sonra takimla daha fazla oynama yapmayacagini umuyorum. Son duzlukteyiz cunku - cifte kupa icin 6 final maci kaldi ve sapkadan tavsan cikaracak, takim uzerinde deneme yapacak zaman yok artik.

Eskisehirspor - Besiktas: 0-2
67' Bobo (0-1)
86' Holosko (0-2)

26 Nisan 2009

Ferguson'un Cilgin Cocuklari

Manchester United - Tottenham Hotspur macini seyretmediyseniz, tekrarini bir yerlerden yakalamanizi kesinlikle tavsiye ederim. Macin tamamini seyretmenize de gerek yok, sadece ikinci devrenin ilk 25 dakikasi, kendi basina, bir haftalik futbol acliginizi doyuracaktir. "Ilk goldeki pozisyon penalti degildi" diyenleri de duyuyor gibiyim su anda; ancak United ikinci yarinin basiyla beraber Tottenham'in uzerine oyle bir coktu ki Harry Redknapp disinda "Hakem o penaltiyi vermeseydi Tottenham bugun Old Trafford'dan puan cikarirdi" diyecek tek bir baba yigit cikacagini sanmiyorum. Zaten Manchester'in 10 dakika icerisinde buldugu 4 gol de bu gorusu kanitlar nitelikteydi.

Neticede United 0-2 geriden gelip maci 5-2 kazandi ve sampiyonluk yolunda Tottenham gibi saglam bir engeli daha asmis oldu; ancak bugunku yazinin ana konusu bu degil. Macin detaylarindan ziyade United'in iki ozel oyuncusuna deginecegim: Cristiano Ronaldo ve Wayne Rooney. Bugun Tevez'in girisiyle Rooney sol kanatta Cristiano Ronaldo sag kanatta adeta teror estirdiler Spurs savunmasina. Su anda dunya uzerinde bu ikili kadar etkili, bu ikili kadar dominant baska bir tandemden bahsetmek mumkun mu bilmiyorum. Belki Messi ile Eto'o dusunulebilir ki onlar da basli basina ayri bir yazi konusu. Ronaldo ve Rooney Ferguson'un Premier League'in Arsenal ve Chelsea tarafindan domine edildigi donemde yeniden sekillendirdigi Manchester United'in yapi taslarini olusturuyorlar. Ikisi de hem teknik acidan hem de fiziksel olarak mukemmel futbolcular. Ancak ikisi de bu seviyedeki cogu oyuncu gibi saha icinde ve saha disinda 'sorunlu' kisiliklere sahipler. Ingiltere gibi tabloid basinin bizim ulkemizdekileri dahi golgede biraktigi bir ulkede mesleklerini icra ettikleri icin her yaptiklari kat be kat buyutulerek insanlarin onune seriliyor. Hayat kadinlariyla yasadiklari, kiz arkadas sorunlari, rakipleriyle kavgalari saymakla bitecek gibi degil. Ancak bundan uc sene once oyle bir olay yasamislardi ki Manchester United'in su anki basarisini nasil elde ettigini kavrayabilmek icin o gune ayrica deginmek ve o gunden bugune nasil gelindigini kisaca incelemek lazim.




2006 Dunya Kupasi Ceyrek Finali. Rooney'in formasini giydigi Ingiltere ile Cristiano Ronaldo'nun formasini giydigi Portekiz karsi karsiya. O tarihte henuz 21 yasinda olan bu iki "sorunlu yildiz" macin basindan itibaren birbirleriyle didismeye basliyorlar. Mac boyunca itismeler ve soz dalasi devam ediyor. Ta ki Rooney kendisini kaybedip resimdeki pozisyonda Ricardo Carvalho'nun kasiklarina basana kadar. Bundan sonra olay iyice cirkinlesiyor. Rooney'in atilmasi icin hakemin yanina ilk kosan Cristiano Ronaldo. Hakem kirmizi karti cikarinca sevincini saklama geregi hissetmeyen, hatta kendi yedek kulubesine donup "oldu bu is" der gibi goz kirpan da. Daha sonra gazete televizyon vasitasiyla devam ediyor atismalar. Bu sirada Ingiltere medyasi da hem sorumsuz bir sekilde kirmizi kart gorup milli takiminin Dunya Kupasindan elenmesine yol acan Rooney'i hem de onu oyundan attirmak icin atmadigi takla kalmayan Cristiano Ronaldo'yu cok sert bir sekilde elestiriyor. Yeniden yapilanma asamasindaki bir takimin basina gelebilecek belki de en kotu sey - takimin etrafinda insa edildigi iki oyuncunun herkesin gozleri onunde dustukleri bu durum.


Peki Alex Ferguson ne yapti bu olaylar sirasinda bir de ona bakalim. Oncelikle oyunculariyla fazla yuz goz olmadi. Medyaya da olumsuz hicbir aciklamada bulunmadi - hata yaptiklari herkes tarafindan kabul edilen oyuncularini aslanlarin onune atip kendisi kenara cekilebilirdi, yapmadi. Ortalik yatistiginda iki oyuncusunu kenara cekip - kapali kapilar ardinda - bu konuyu yuz yuze konustu ve ne yapmalari gerektigini anlatti. Eminim Giggs, Neville, Scholes gibi isimlerin varligi da onemli rol oynamistir bu surecte. Sonucunda da bu iki - sozum ona - zor karakterli sorunlu yildiz yasadiklari problemi bir kenara biraktilar ve beraber dunyanin en yikici ikililerinden bir tanesini olusturmayi basardilar. Manchester United da, buyuk ihtimalle, o tarihten bu yana kazandigi iki Premier League ve bir Sampiyonlar Ligi kupasina yenilerini ekleyecek bu sezon.


Soylemeye calistigim su: 18-21 yas arasi, kisiligi henuz oturmamis, buyuk ihtimalle dogru duzgun okula bile gitmemis, ve cogu insanin hayati boyunca calisip kazanamadigi parayi bir anda onunde bulmus insanlar tabii ki hata yapacaklardir. Yapmamalari anormaldir zaten. Onemli olan bu "cilgin cocuklari" hos gorebilmek, onlari dogru yonlendirip sahip olduklari yetenegi ve enerjiyi sahaya yansitacaklari ortami hazirlayabilmektir. Insan yonetmenin sirri, Alex Ferguson'un basardigi budur. Bizim bunu ornek almamiz lazim, yoksa "asalim / keselim / kadro disi birakalim" diyerek bir yere varilmayacagini anlamak icin gozumuzun onunde daha fazla genc yetenek harcanmasina gerek yok.

Capsizi Oldur, Hakkini da Ye (veya Kafa At)



Blogdas uzun uzun beni Denizli’nin su asamaya kadar basarili olduguna, takimi sampiyon yapamasa bile laf soylenemeyecegine ikna etmeye calisiyor. Kesinlikle katilmiyorum inatci bir sekilde. Mustafa Denizli tam anlamiyla bir fiyaskodur. Son 6 maci da alip takimi sampiyon yapsa bile ustelik.

Besiktas’in bu seneki kadrosu Aziz Yildirim’in deyimiyle yuruye yuruye sampiyon olmasi gereken bir kadrodur. Onceki sezonlardaki basarisizlik dogru analiz edilmis, takima vites artirabilecek transferler yapilmistir. Takimdaki en buyuk eksiklik geri 5’linin (kaleci + defans) baktigi yere top atamamasiydi. Uzulmez – Zan – Toraman – Tandogan’in tekniklerini toplasan Selcuk Sahin’in sol ayagi etmez (cok agir kufur farkindayim). Seneye Tello – Zapo – Sivok – Kurtulus baslanarak geriden oyun kurabilme ve defansif olarak akilli yerlesme imkani dogmustu. Hucumda ozellikle sol beki kullanarak kanat akinlarina destek vermek mumkundu ters kanatta stoper fizikli bek kullanimiyla. Derken Antalya’da sol kanattan kornerden gol yedik diye usta yorumcular “Tello’nun yerinden mutlu olmadigi vucut dilinden belli” diyerek inanilmaz bir baski yapti. Ertugrul da mulayim insan - vur kafasina al ekmegini - direk kafasindaki kurguyu bozdu. Yine de ilk 6 haftada 14 puan aldi. Lucescu zamanindan beri yapamadigimiz kalabalik ortasahali dizilisle deplasmanda rakibe pozisyon vermemeyi Trabzon macinda uyguladi takim. Sonra tas gibi Metalist’ten 40 m’den gol yedik diye takimin cozulmesiyle beraber tek macta iki senenin yapilanmasi bozuldu.

Tukurdugunu yalayarak goreve kariyerinin zirvesindeki Iran fatihi Denizli geldi. Gorevi o da kabul etmese Riza Calimbay’a geri donerdik herhalde, ortada hoca kalmamisti cunku. 10 aylik sozlesme imzalayarak onune sadece bir hedef koydu: sampiyonluk. Yeterli, surdurulebilir ve gelisebilir takim yapisini bozarak her tasin yeriyle oynadi. Parlatip satabilme imkanimiz olan en kiymetli cevher Holosko’yu FB deplasmaninda (ve nice macta) yedek birakti. Sivok defansi yonetmekte cok basariliyken on libero da degil, on stopere cekti. Yetmedi, tek ozelligi rakibe hava toplarinda faul yapip taciz etmek olan Nobre’yi Bobo’nun yerine oynatarak gelecegi cok parlak olabilecek bir forveti takima kusturdu (ki simdi formsuz diye elestiriliyor hem mac eksigi hem psikolojik eziklik yasamisken. Nobre’nin yedegi olsam ben duz kosu bile yapmam, evde oturur PS3 oynarim). Takim test edildigi butun maclarda puan kaybetti: Bursa (2 beraberlik), Ankaraspor (icerde 2 yenilgi), Kayseri, Konya, Sivas (2 beraberlik), FB (fark eksi Guiza), GS (fark), Trabzon (icerde beraberlik). Toplam 22 macta 42 puan alarak minimum sampiyonluk gereksinimi olan 2.1 puan/mac sayisinin gerisinde kaldi. Butun bunlari takimin icinden yetisebilecek genc bir orta saha oyuncusu (Inceman/Kurtulus) yerine kaynagi olmayan parayla Ernst’i alarak yapti. Batuhan, Aydin, Serdar Ozkan da ilaveten harcandi. Delgado 28. haftada 1. haftadan daha az kondisyona sahip.

Simdi iki sorum var:
1) Sampiyon olsak bile buna degdi mi? Gelecek sezonlarda kendini gelistirebilecek ve satarak sermaye arttirimi yapabilecegimiz kac oyuncu var? Meymenetsiz zengin cocugunun cebine bakmak zorunda mi koskoca camia?
2) Sampiyon olamazsak x. defa bos cikan yatirimi kim karsilayacak? Baskana borcu katlamak onursuzlugunu kac kere yasamak zorundayiz?

Kusura bakmayin ama ben biraz karamsarim. Denizli’nin egosu ve surekli hatalari (Zan’la Toraman yanyana oynamaz, vallaha oynamaz billaha oynamaz) yuzunden trenin kacmasi cok olasi. Gelecek sene de CL’ye kalamayip takimi sifirlamamiz pek mumkun.

Eger yildizlar ayni hizaya gelip de olusan kozmik enerjiyle (bu Ninja Kaplumbagalar’da hep oluyordu) sampiyon olursak Demiroren Denizli’yi de alip zirvede biraksin. CM oynamak istiyorsa bunu 3. ligden takim alarak yapsin, Besiktas’la degil. Yonetim istifa demek icin illa Liverpool’dan 8 yememize gerek yok. Nasil kotu zamanda isik gorunce takimi destekliyorsak iyi zamanda da yanlisa kayitsiz kalmamamiz lazim.

Ben kiz arkadasima Mustafa Denizli’m falan demem. Ah Tigana’m, vah Lucescu’m benim.



Berbatov’a laf sokup bu postu da bos gecmeyecektim ama bugun onun seviyesine inmek istemiyorum. Yine sahada koyun gibi dolandi cibiliyetsiz.

Not: Yalniz ve YouTube'un yasakli oldugu ulkemde videolar gozukmuyormus. Ilk video Amigo Orhan'in Denizli'ye ucan kafa atmasi. Ikincisinde karisina "Zico'm, Mustafa Denizli'm" diyen adamla karisinin drami var.

24 Nisan 2009

Maldini, Maldini, Kaka, Milan, Besiktas

Babamin sayisiz 'ata' sozunden bir tanesidir "Aslandan aslan, maymundan maymun dogar" sozu. "Armut dibine duser"in bizim aile versiyonudur. Nereden cikti diyeceksiniz? Milan'in 2007 Sampiyonlar Ligi sampiyonlugu sonrasi San Siro'daki kutlamalar sirasinda cekilen asagidaki videoyu YouTube'da gorunce yazasim geldi. Eminim onceden gormus olaniniz vardir, klibin yuklenme tarihi 2007 yazi ve bugune kadar neredeyse 1 milyon kisi tarafindan izlenmis cunku. Ben yine de gormeyenlerle paylasmak istedim.

Bu "yatarak kayarak mudahale"nin teknik analizini yapalim once :) O nasil bir zamanlama, nasil bir tekniktir yahu? Seedorf'un ayagindan tereyagindan kil ceker gibi almis topu bacak kadar cocuk. Tabii bu 5 yasindaki bacak kadar cocugun Paolo Maldini'nin oglu Daniel oldugunu belirteyim. Babasi Paolo'dan cok sey ogrenmis anlasilan.

Saka bir yana Milan gibi ancak 15 senede bir kaptan degistiren bir takimin bir sonraki jenerasyonda kaptani olabilir mi peki Daniel Maldini? Bunu konusmak icin tabii ki de cok erken; ancak "Aslandan aslan, maymundan maymun dogar" teorisi isiginda sansinin son derecek yuksek oldugunu dusunmemek elde degil. Baresi'nin 6 numarali formasi gibi baba Maldini'nin 3 numarali formasinin da Milan tarafindan emekli edilecegini ve ancak 3. nesil Maldini'nin A Takimda forma giymesi durumunda sahalara donecegini de not duseyim. Vefa sadece Milano'da bir semt degilmis demek ki.


AC Milan'i bu yonuyle takdir etmemek imkansiz gercekten. Geleneklerine, basarisinda emegi gecen insanlara bu kadar bagli, bu kadar saygi gosteren bir camia daha yok zaten dunyada. Takimdan ayrildiktan yillar sonra Ibrahim Ba'yi takima geri alip jubile yaptirmis olmalari bile basli basina yeterli aslina bakarsaniz. Su kadar senedir sadece Mehmet Ozdilek ile Tayfur Havutcu'ya kendilerine yakisir sekilde jubile yapabilmis bir takimin taraftari olarak kiskanmadan edemiyorum malesef.

Boyle bakinca Kaka'nin Manchester City'nin 15M Euro'luk teklifini kabul etmemesine de sasirmamak lazim. Soru su: Bir adam futbolcu ne ister? Cok para kazanmak ister (Kaka senede zaten 9M Euro aliyor su anda), basari ister (Milan, Real Madrid ile birlikte Avrupa'nin en cok basari kazanmis 2 takimindan bir tanesi), taraftarlarca sevilmek ister (Milan taraftarinin Kaka'ya gelen teklifin kabul edilmesi sonrasi Galliani'ye tepkisi ortada), sayginlik ister, istikrar ister, huzur ister (bunlari zaten yukarida acikladim). AC Milan bir futbolcunun bu hedeflerin hepsine birden ulasabilecegi cok az sayidaki kuluplerden bir tanesi. O yuzden Kaka'nin kalkip da Arap Seyhinin bir heves ile satin aldigi, Premier League kuruldugundan beri orta siralardan yukari gecememis Manchester City'e gitmemesi kadar mantikli birsey olamaz. Manchester City'de 15M Euro'ya oynayacagina Milan'da 9M Euro'ya oynar - ki bu baska bir noktadan bakildiginda son donemlerde surekli olarak maymun istahli, cocuklugunda futbol maci dahi seyretmemis, sohret pesindeki 'yatirimcilarin' istilasina ugrayan dunya futbolu icin cok ciddi bir umuttur.


Bu yuzden zaten Besiktas taraftari olarak biz, istiyoruz ki Serdar Kurtulus'lar, Serdar Ozkan'lar oynasin bol bol, Ibrahim Kas'lar elden kacirilmasin aptalca, Batuhan'lar harcanmasin kolay kolay. Futbolu biraktiginda guzel bir jubile yapilsin mesela Ibrahim Uzulmez'e. Ama haddimizi asiyoruz galiba. Topluluklar hak ettikleri sekilde yonetilirler sozune cok inanirim. Ancak bizim hakkimizin bu basimizdaki yonetim oldugunu kabullenemiyorum bir turlu. O yuzden 2010 benim icin son sans. Bu camia, sahip oldugu her degeri yerle bir etmis, kendisini herkese alay konusu haline getirmis bu basiretsiz adamlari bir kez daha secerse zaten, sizi bilmem ama ben yokum arkadas. Bunu da takim ligde iyi giderken soyluyorum ki soyledigimin sportif basariyla hicbir alakasi olmadigi daha iyi anlasilsin. Olur da sampiyon olursak ve Yildirim Demiroren de zamaninda Aziz Yildirim orneginde gordugumuz gibi 'efsane baskan' pozlarina girerse bunyem kaldirmayacak cunku.

Not: Yaziyi bu kadar ciddi bir sekilde bitirmeyi planlamamistim aslinda. "Daniel Maldini ileride buyuk topcu olur" ayarinda birseyler karalayip kapatacaktim mevzuyu. Ancak oturup da Italyanlarin neler basardigini bir kez daha dusununce basimizdaki bu yonetime olan sinirim yine artti malesef.

22 Nisan 2009

Atlanta Hawks - Miami Heat


Atlanta Hawks - Miami Heat serisinin ilk macini yerinde seyredecegimden burada soz etmistim. Atlanta Olimpiyatlari icin insaa edilen Olimpiyat Parki'nin icinde bulunuyor Atlanta Hawks'in salonu Philips Arena. Basketbol macliarinda 19,445, Buz Hokeyi maclarinda 18,545 kisilik kapasitesi varmis bu salonun. Hersey dogru duzgun planlandigi icin mac saatlerinde dahi trafik problemi yasamiyorlar. Hemen yanindaki Amerikan Futbolu stadi Georgia Dome ile garajlari paylastiklari icin otopark sorunu da yok. Metro ve otobus ile gitme sansiniz da var ancak macin Pazar aksami olusu sebebiyle biz araba ile gittik. 20:00'deki mac icin 18:45 gibi evden ciktik ki maca erken girelim, playoff havasini iyice soluyalim diye. Saat 19:00 gibi salondaydik, arabayi park ettik, yemegimizi yedik, birer tane t-shirt aldik saat 19:45 gibi koltugumuza sorunsuz bir sekilde oturmustuk. Ben Philips Arena ve yani basindaki CNN Center'dan olusan kompleksi cok begendim. Gerek 50 cesit restorani, gerek hediye, forma vs. alabileceginiz 10 adet magazasi ile adeta para basiyor adamlar. Bizim Kartal Yuvalari halt etmis yaninda malesef. Inonu Stadinin altindakinden 20 tane dusunun, toplam kapasite o kadar asagi yukari - restoranlari saymadan.


Salonun yerlesim planini yukarida goruyorsunuz. Alt taraflar cok pahali oldugu icin biletimizi 309 numarali bolgeden aldik, ancak yine de bizim bolumde onden 3. sirada oldugumuz icin gayet tatmin olduk. Bunda salonun son derece dik insa edilmis olmasinin da payi buyuktu tabii ki.

Bu arada planim bir suru resim cekip onlari buraya koymakti. Ancak mac gunu fotograf makinem bozulunca telefonumun dandik kamerasina kaldim. Yine bir suru resim cektim ama sadece 3-4 tanesi adam gibi cikti. O yuzden yukaridaki resmi internetten bulmak durumunda kaldim. Ancak asagida gorecekleriniz benim tarafimdan cekilenler.



Buraya kadar hersey mukemmel - 1 saat icinde evden cikip yemegimizi yiyip alisverisimizi yapmisiz, salonda koltugumuza oturmusuz - sonra takimlar tanitildi. Rakibi yuhaladik, bizim cocuklari alkisladik, mac basladi. Ilk hucumda Mike Bibby 3'lugu atinca bizim oldugumuz taraftan karsiya baktim ve koltuklarin yarisinin bos oldugunu gordum. Normal sezon maclarinda gayet normal bir durumdur aslinda ilk ceyrek, hatta ilk yari boyunca bos kalan koltuklar. Ancak takimin ilk playoff macinda boyle birsey beklemiyordum acikcasi. Her neyse, ikinci ceyregin basina dogru Atlanta oyuna agirligini koydu ve iyi savunma ile Wade'i de sindirerek 8-10 sayi one firladi. Tribunlerde yine bir hareketlenme yoktu. Sadece salon ici anonsun zorlamasiyla "Defense" diye bagirdilar arada bir o kadar. Bir de Josh Smith canavarinin potayi paramparca eden smaclarindan sonra uyduruk sevinc gosterileri... Cok net soyluyorum su yukarida gordugunuz bolumlerden sadece bir tanesini bizim Kapali ya da Yeni Acik'tan doldursaniz o 19,445 kisiden fazla ses cikarirlar.


Neticede Atlanta, mactan onceki isinmalar sirasinda dahi ciddiyetsizligi her halinden belli olan Miami'yi 90-64 ile adeta paramparca etti. Biz de aliskanliktan son 6:17'yi beklemeden erkenden kactik. Mac sonrasi trafigine takilmamak icin. Hic de gerek yoktu gerci ya neyse.

Cok merak ediyordum bunca yildir. Yerinde gidip gormus oldum. Mac gunu aktivitelerinden cok memnun kalmakla beraber, mac sirasinda bekledigim, hayal etmis oldugum keyfi alamadim. Haksizlik da yapmayayim, oyunun erken kopmasinin da bunda etkisi buyuktu. Ancak sunu rahatlikla soyleyebilirim ki Amerikalilar basketbolu bizim futbolu sevdigimizin 10%'u kadar sevmiyorlarmis.